BECAUSE OF THE WHEATHER CONDITION
TOP
Hotel Desk

“Hotel Desk”

16 Nisan 2010 Başlangıç

Hiç bitmeyeceğini düşündüğün bir yolculuktur yaşadığın,

Sadece sen ve onlar; farklı hayatlar, farklı duygular…

Varmak için geç kaldığını düşündüğün an gelir telaş,

Aslında sen hep varmak istediğin yerdesindir…

Çalışmak, statü sahibi olmak, para kazanmak, kendini kanıtlamak… Büyük heyecanlar, büyük hevesler, yeni başlangıçlar, umutlar… Çoğu insanın sahip olmak istediği, bunun için yıllarca çabaladığı, bir an önce çocukluktan çıkıp hayata atılmak istediği yerdeydim. Kendimi bulacağım, başaracağım ya da kaybedeceğim; ama kesinlikle çok şey öğreneceğim yerde… Tarih 16 Nisan 2010 ve saatin 06:30 olmasına on dakika var. Sabahın soğuğu bedenimi titretirken, içimdeki kıpır kıpır heyecanımı etkilemiyor. Heyecanım büyük; tarihin ya da saatin ne olduğunu düşünmüyorum. Bugün ilk çalışma günümdü; ilk dakikalarım, ilk adımlarım… Keşfedilmeyi bekleyen iyi kötü birçok şey için sabırsızlanıyorum.

Attığım her adım üzerimde taşıdığım üniformanın hakkını verircesine gururlu ve kendinden emindi. Kalabalığın ortasında tek başıma; sadece ben ve üzerimdeki üniforma… Anlamaya çalışıyordum. Yapılan anonsları, koşturan insanları, duygularımı… Atatürk Havalimanına ilk gelişimdi; bilmediğim bir yerde olmanın tedirginliğini içerisinde, ne yapacağımı bilmiyordum. Bir havayolu şirketi için yer hostesi olarak çalışmaya başladığım ilk günümdü ve hangi birimde çalışacağım, ne yapacağım belli değildi. Merak ediyordum, heyecanlanıyordum; ama bu duygular yerini korkuya bırakıyordu. Çünkü benim için önemli olduğunu düşündüğüm bu tarihin, başkaları için de önemli olduğunu görüyordum. Yerde uyuyan kadınlar ve çocuklar, onların üzerinden geçerek koşturanlar, bağıranlar, kavga edenler, durmaksızın yapılan anonslar; büyük uğultu sanki kulaklarımın içindeydi. Herkes uçuş ekranlarına bakıyor ve kendi aralarında durmaksızın konuşuyordu. Cafelerdeki ekranlarda haberleri izleyen insanların sayısı daha da fazlaydı. Büyük uğultunun arasında hiç ses duyamadıkları ekranlardan, yanardağın patlayışını izliyorlardı. İlk iş günü heyecanım ile aslında bildiğim bir haberi şimdi hatırlıyordum. İnsanların telaşlı konuşmalarının, çırpınışlarının sebebini anlıyordum.

İki gün önce patlamaya başlayan İzlanda Yanardağı ve tüm Avrupa’da uçuşları olumsuz etkileyen bu hava olayının benim hayatıma olan etkisi böyle başlamıştı. Ve ilk görev günümde, ilk işim belli olmuştu.

“Because of Weather Condition”

Uçuşları iptal olan insanları otellere yerleştiren Hotel Desk biriminde çalışmaya başladım. Yolculara aksaklıkların hava muhalefeti sebebiyle oluğunu söylüyor ve uçuşları iptal olan yolculara da alternatif uçuşlar sunuyordum. Karşımda ağlayanlar, bağıranlar, yalvaranlar, bebeklerini ve çocuklarını göstererek kalacak bir otel, yiyecek bir şeyler isteyenler… Önümde oluşan uzun kuyruğun sonu gelmek bilmiyordu.

İşe başladığım ilk günde içinde bulunduğum bu durum karşısında şaşkındım. Aslında ne ile karşılaşacağımı da bilmiyordum. Birkaç gün işi öğretirler sanıyordum; ama yanılmıştım. İşin tam ortasındaydım ve canım yanıyordu, ağlamamak için direniyordum. İnsanların ağlamalarına, gözümün içine bakıp yalvarmalarına anlam veremiyordum. Geçen her dakika, her saniye ve salise kalbim duracak gibiydi. Herkese yemek fişi dağıtıyor, hemen hemen herkesi otellere gönderiyorduk. Büyük uğultunun arasında anlık sessizlikler oluyordu; sanki düşünmemizi ister gibi farkında olmamızı, anımsamamızı. “Biz kimiz, bu insanlar kim, bu kalabalık ve biz. Burada ne yapıyoruz, sonra neler olacak?” Aklımda biriken sorular sürekli artarken, karşımda susmayan dudaklar…

İnsanların yüzlerindeki çaresizliği okumak zor olmuyordu. Bir insanın ülkesinden uzakta olmasını, ailesi için bir şey yapamamasını ve yanardağının üç gündür patlamasına şahit olmasının acizliğini hissedebiliyordum. Ama düşünmeden de edemiyordum; yaptığım işi, yarın neler yapacağımı, insanların gece boyu nerede kalacaklarını… Benim için zor olan düşüncelerden kurtulmak istiyordum; başaramıyordum. Sonra onu gördüm. Babasının kucağında oturup ağlayan küçük kızı… Başını babasının omzuna dayamış, gözlerinden süzülen yaşları elleriyle siliyor; gözyaşları yine de durmuyordu. Duvarın köşesinde herkesten uzakta diz çökmüş olan babası, kızının saçlarını okşuyor, muhtemelen kızını kalabalıktan uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Aradan dakikalar geçmesine rağmen baba ve kız hala aynı yerde, aynı pozisyondaydı; üstelik kız sürekli ağlıyordu. Gözlerimi küçük kızdan alamıyor, bir şeyler yapmak istiyordum. Onlara otel ya da yiyecek bir şeyler ayarlayabilme umuduyla konuşmaya gittim. Ne otel istiyorlardı, ne de yiyecek bir şeyler; tek istedikleri evlerine gitmekti. Bunu sağlayamadığım için üzgündüm. Bir şey yapamamanın acizliğini çok iyi anlıyordum. Bu benim suçum değildi; ama kendimi suçlu hissediyordum. Küçük ilk kez konuşup, babasına su istediğini söylediğinde, hızlıca ofisten su aldım. Kız çekinerek aldığı suyu, gözlerimin içine bakarak içti. Boş bardağı bana uzattığında gülümsedi ve tekrar istediğini söyledi. O an gözlerimden ilk kezler yaşlar süzüldü ve buna engel olmadım. Aslında mutluydum, onun için bir şeyler yapabildiğimi hissetmiştim. İkinci bardak suyu getirirken, altmışlı yaşlarında bir adam kolumu tuttu. Bir şeyler söylemek istiyordu; ama ağladığımı görünce şaşırdı, konuşmaktan vazgeçti. Gözyaşlarımı silip, gülümsedim ve konuşması için ısrar ettim.  Gülümsedi, elimde tuttuğum su bardağını göstererek bir bardak su istedi. Sadece bir bardak su… Hiçbir cümle bu kadar masum olup da canımı yakmamıştı. Bir savaşın ortasında değildik ya da kimsesiz, aç, sefil değildik. Yaşlı adamın aslında benden başka bir şey isteyeceğini de biliyordum; ama o an gözlerimden akan yaşlar ve elimdeki su buna engel olmuştu. Onun gerçekte ne istediğini hiç öğrenemedim. Belki karnı acıkmıştı ve yiyecek bir şeyler isteyecekti, ya da sıcak bir duş almak için bir otel, belki de hiçbir şey… Ama o adam sayesinde sayısını hatırlayamayacağım kadar çok kişiye su vermiştim.

Biliyordum, bugün sadece benim için değil, farklı sebeplerle havalimanında olan milyonlarca insan için önemli bir gündü. Adamların, eşlerini ve çocuklarını korudukları, onlar için uğraştıkları; yetmiş yaşındaki adamlardan ve kadınlardan, annesinin kucağında yaşını doldurmamış bebeklere kadar bir bardak su için sırada bekledikleri gündü. Hafızama kazınan görüntülerin, hayatımda bir dönüm noktası olduğunu hissediyordum. Burada çok şey yaşayacağımı ve öğreneceğimi biliyordum. İçimde her ne kadar biraz korku, endişe ve bir şey yapamamanın çaresizliği olsa da heyecanımı yitirmedim. Hayat benim için yeni başlıyordu. Tanımadığım insanların tanımadığım hayatlarında yer almalıydım.

Bugün havalimanındaki ilk iş günümdü. Umutlarla, hayallerle girdiğim kapıdan, yine umutlarla ve hayallerle çıkmıştım; ama küçük kızın gözyaşları ve onun beni her zaman hatırlayacağını biliyor olmam, hayatım boyunca peşimi bırakmayacak büyük bir gerçekti.

«

»

Bir Cevap Yazın