BECAUSE OF THE WHEATHER CONDITION
TOP
Hotel Desk

“Ölülerin Üzerinden Geçip Uçağa Bindim”

Anlatmaya başlamak zor değil. İlk cümleyi kurunca diğer cümleler bir şekilde gelir. Ama ilk cümleye nasıl başlamalı? Etkileyici, çarpıcı, heyecanlı, duygusal ya da düşündürücü? Karar vermek zor değil; en azından şimdilik…

Sıradan bir gündü. Hiçbir şeyin önemi ve değeri yoktu. Sıradan bir çalışma günü, sıradan bir gece vardiyası… Saat 01:00 sıralarıydı ve Atatürk Havalimanı’nda Hotel Desk biriminde bağlantılı seferi olan yolcuları otele gönderiyorduk. Bir de saatlerce rötarlı gelen Libya uçağının transfer yolcularını…

O günlerde sürekli rötarlı gelen ve giden, bazı seferleri de iptal olan Libya uçağı yolcuları fazlaydı. Ülkesine gidemeyen yolcuları günlerce otelde ağırlamıştık. Seferin ne zaman yapılacağı, ne olacağı ile ilgili hep bir bilgi bekliyorduk. Bir tarafta ülkesini ve ailesini merak eden, bir an önce gitmek isteyen yolcular, diğer tarafta yolcuların otelde kalma durumunun ne kadar daha devam edeceğini soran otel yönetimi… Herkes kendini düşünüyordu. Herkes ne yapacağını planlamak istiyordu.

Ben de onlardan biriydim. Sadece kendimi düşünüyordum. Gece vardiyasındaki tüm işlerimi bitirip, kitabımı okumak ve yazılarımı yazmak… Bu çok mümkün olmuyordu. Libya seferleri hep geç geliyor ve iptal oluyordu. Libya ile ilgili durumlar kritikti. Libya’daki olayları tüm haber kanalları ve gazeteler veriyordu. Sivil halk ayaklanmış ve ülke karışmıştı.

Libya karışıktı; ama biz sıradan, sakin ve sessiz bir geceyi yaşıyorduk. Ülkelerin iç işlerinde olan karışıklıktan dolayı Libya seferlerinin iptal olması şaşırtıcı bir durum değildi. Daha önce Irak ve İsrail gibi politik olarak sıkıntılı olan ülkelere de seferler iptal olmuştu. Bu her zaman olabilecek bir durumdu.

Okuduğum kitap tam önümde duruyordu. Gece vardiyalarında sürükleyici roman okumayı severdim. O gün okuduğum roman da bunlardan biriydi. İngiliz yazar Louis de Bernieres’in etkileyici romanı “Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini”. Kaçıncı sayfaya kadar okumuştum; bilmiyorum. Ama Pelegia kendisine bile itiraf edemediği bir aşk acısı çekiyordu. Asker olarak savaşa giden nişanlısına yazdığı mektuplara cevap alamıyor ve savaşın tam ortasında, kontrol edemediği duygularıyla evlerinde kalan Yüzbaşı Corelli’ne aşık oluyordu. Pelegia’nın yaşadığı bu aşk acısıyla ne yapacağını, neler olacağını merak ediyordum.

Tüm bu düşüncelerimin arasında yolcular geliyor ve gidiyordu. İnsanlar sessiz, yorgun, bitkin… Sessiz bir geceyi ilk kez yaşamıyorduk. Hotel Desk’te bazı gece vardiyaları sessiz geçerdi. Yolcular gelir, gider; arkadaşlarımız gelir, gider; kimse konuşmazdı. O gün sessizliği bozan değil; ama sessizliği derinleştiren cümleler kurulmuştu. Hayatım boyunca unutmayacağım, hafızamda yerini almış, yalın, düz, ama canımı yakan cümleler… Libya’dan gelen Türk bir yolcu, hiç kimsenin konuşmadığı bir anda “Ölülerin üzerinden geçip uçağa bindim” demişti. Yanında da Türkçe bilmeyen Libya’lı yolcular, herkesin gözünde büyük korku ve endişe vardı.

Şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Şaşkınlığımı anlayan yolcu konuşmaya devam etti. Libya’da çok fazla ölü olduğunu, her yerin kan olduğunu, kana basmadan yürümenin mümkün olmadığını, sakin sakin söyledi. Tüm bunların arasında kaçmaya çalıştıklarını, havalimanının kapalı olduğunu ve açılması için saatlerce beklediklerini söyledi. Anlattıkları, kendisini İstanbul’a getiren Türk Hava Yolları uçağına binmek için uğraştıkları bir durumun kısa bir özetiydi.

“Uçağa binmek isteyenlerin akıllarında aileleri, sevdikleri var. Nerede olduklarını bilmiyorlar, ağlıyorlar, çaresizler… Havalimanında yolcu çok, uçakta herkese yetecek yer yok. Bu uçağa kim binecek, kim binmeyecek? Mesele bileti satın almak değil, mesele uçağın gelip gelmemesi…”

Yurt dışından gelen ve benimle sohbet eden her Türk yolcuya sorular sorardım. Yurt dışında kaldığı ülke hakkında, orada ne iş yaptığını, neden ve nasıl gittiğini, kendi memleketinden uzakta olmanın nasıl bir duygu olduğunu… Libya’dan gelen yolcuya hiçbir şey sormadım. Libya’da neden bulunduğunu, insanların neden öldüğünü, hafızasına kazınan görüntülerin verdiği acıyı sormadım. Onu teselli edecek tek bir cümle bile kurmadım. Ne söyleyebilirdim ki? Nasıl teselli edebilirdim ki?

Türk yolcu otele gitmek için yanımızdan ayrılırken sigarasını yaktı. Göz göze geldik ve hiçbir şey konuşmadık. O gün hayatta ne kadar eksik olduğumu anladım. Karşıma gelen her insanın farklı bir yaşamı, farklı acıları ve üzüntüleri vardı; biliyordum. Ama sebeplerini irdelemiyordum. Haberleri üstün körü okuyor ve geçiyordum. Bazen araştırma ihtiyacı bile duymuyor; kulaktan dolma bilgilerle yaşıyordum. Bu çok yanlıştı. Havalimanında çalışan biri olarak, “insanları incelemeliyim, onların ülkelerinde neler olup bittiğini bilmeliyim” dedim. Bilmeliyim ki “Ölülerin üzerinden geçip uçağa bindim” diyen bir yolcuya, onu teselli edebilecek cümleler kurabileyim.

Öğrendiğim, büyüdüğüm, kendime acıdığım, kızdığım bir gece… Ülkeleri karışan insanlar, ülkelerinden kaçmış ve evlerinden kilometrelerce uzakta, İstanbul’da karşıma gelmişti. O gün insanların gözünde savaşı gördüğüm, çaresizliği, kimsesizliği yaşadığım gündü. Farklı kararlar aldığım, sıradanlığını yitiren ve gözyaşları içinde romanımı okuduğum bir gündü.

Savaştan dönen nişanlısı, Pelegia’nın Yüzbaşı Corelli’ne olan aşkını fark eder. Ama yine de yararlanan Yüzbaşı Corelli’ne yardım eder. Pelegia aklındaki sorularla ve kalbindeki aşk acısıyla çaresizdir. Savaşın tam ortasında, kendi savaşıyla baş başadır.

«

»

Bir Cevap Yazın